Suriye'deki Olaylar Neden Kerbela'daki Olaylarla Bir ve Aynı Değildir ?

Suriye'deki olaylarla Kerbelâ'daki olayları ilişkilendirmek tarihsel ve dinsel gerçeklere aykırıdır ve büyük bir haksızlıktır.

SURİYE'DEKİ OLAYLAR NEDEN KERBELA'DAKİ OLAYLARLA BİR VE AYNI DEĞİLDİR ?

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan, Marmara Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Enstitüsü ve Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) işbirliğinde düzenlenen "Arap Uyanışı ve Orta Doğu'da Barış: Müslüman ve Hristiyan Perspektifler" isimli konferansta, yaptığı konuşmayla Suriye'de yaşanan olaylarla Kerbela'da yaşanan olayları bir ve eş tuttuğunu ifade etmektedir. Bu yazı, bu saptamanın gerçekle, tarihle ve vicdanla neden bağdaşmadığını ortaya koymaktadır. Her şeyden önce Marmara Üniversitesi'nde yapılan toplantının başlığına dikkat edilmelidir. Samimi, Allah yolunda bir Müslümanın barış ve esenlik için yapılan bir toplantının başlığını "Müslüman ve Hıristiyan Perspektifler" olarak koyması akıl alacak bir iş değildir ve bunun Allah katında bir sorumluluğu bulunmaktadır. Çünkü İslam dinini az veya çok bilen herkes kabul eder ki hangi konu olursa olsun Hıristiyan perspektifin Müslümanlara yol göstermesi olumlu olmayacaktır; tarih istisnalar hariç bunun tanığıdır. Zira, Hıristiyan perspektif Allah'ın bir günü dahi peygamberimiz Hz.Muhammed'i (s.a.v) sevmemiş, onu kabul etmemiş, ona saygı göstermemiştir. Bir an bile Allah'ın kutsal kitabı Kur'an-ı Kerime itibar etmemiş, onu bütün dinlerin ve kitapların sonuncusu, birleştiricisi olarak görmemiştir. Halbuki, bu dünyada gerçekten barış isteniyorsa Allah'ın son kitabı ve son peygamberi üzerinde bütün insanlığın birleşmesi, özellikle kendini din adamı, imam olarak görenlerin tüm insanları öncelikle İslam dinine davet etmesi gerekir;

"Şüphesiz Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir" (Âl-i İmran: 19. ayet)

"Kim İslâm dininden başka din ararsa, onunki katiyen kabul edilmeyecek ve o ahrette kaybedenlerden olacaktır." (Âl-i imran: 85)

Ayetler çok açıktır ve aksi yönde hareket eden, ihtiras ve aşırılık peşinde koşanlar için ceza bizzat Allah tarafından bildirilmektedir. Buradaki temel nokta Hıristiyanlarla veya Müslümanlarla görüşmeme veya onlara düşman olma meselesi değildir. Burada vurgu, birinci olarak toplumların maddi ve manevi geleceğiyle ilgili herhangi bir konu ortaya konurken, Allah'ın Kur'an'da belirtilen emirlerinin ve peygamberimizin tebliğinin merkeze alınmasıdır. İkinci olarak, ihtiras içinde olanların ve aşırılık peşinde koşanların, örneğin Hıristiyanlıkta Evanjelistlerin, Yahudilikte Siyonistlerin dümen suyuna girilmemesidir. Çünkü bunların, nasıl sürekli sinsi planlar peşinde olduğunu, vaat edilmiş toprakları elde etme, kıyamet sürecini hızlandırma gibi idealler peşinde koştuklarını ve kendilerinden olmayanlar hakkındaki emellerini herkes bilmektedir. Bu açıdan bakıldığında başbakanın açıklamasının kimin perspektifi doğrultusunda olduğunu, kimin çıkarlarına hizmet ettiğini anlamak zor olmayacaktır. Başbakan ve onun temsil ettiği zihniyet iktidara gelmeden önce ve geldikten sonra iktidarlarını maalesef bu bakış açılarına göre tesis etmiştir, yani iktidar uğruna insanları İslam dinine davet edip Allah yolunda yürüme şerefinden kendilerini mahrum bırakmışlardır. Ilımlı İslam projesinin de bu anlayışın da yaptığı şey İslamiyetin içine giren, damarlarına nüfuz eden ve İslam ülkelerini birbirine düşüren şeytani bir planın parçası olmak ve İslami söylemlerle insanları kandırmaktır.

Bu açıdan bakıldığında, başbakanın gerçeği ters yüz ettiği, laf cambazlığı yaptığı ortaya çıkacaktır. Kerbela'da 1332 yıl önce yaşanan şey, Emevilerin aşağılık zihniyetinin, barbarlığının, merhametsizliğinin bir sonucuydu. Ayrıca, orada karşılıklı bir savaş veya şimdi olduğu gibi karşılıklı bir çıkar çatışması söz konusu da değildi. İmam Hatip mezunu bir başbakan bunu nasıl bilmez, bu günahın altına nasıl imza atar. Kerbelâ' da bir avuç insanı ki bunların hepsi Peygamberimizin öz be öz evlatlarıdır, aç, susuz ve savunmasız bir şekilde köşeye sıkıştırıp yok eden, kesen, parçalayan, kadın ve çocukları alay konusu olsun diye şehirlerde dolaştıran vahşi, insanlık dışı tek taraflı bir olay, bir dram yaşanmıştır. Üstelik bütün bunlar şimdi olduğu gibi, din ve İslam adına yapılmıştır. Kerbelâ, Hz. Hüseyin (a.s) ve ailesinin asaletin, bilginin, iyiliğin, temizliğin, cesaretin birer simgesi olarak kötülüğün, riyakarlığın, çirkinliğin ve korkaklığın karşısına nasıl dikildiğine ait, kafir ile mu'minin kimler olduğuna ait tarihe düşülmüş bir nottur.

Bugün yaşananlar da emperyalizmin, yeni haçlı hareketlerinin, küresel para ve güç odaklarının başta Ortadoğu ve Kuzey Afrika olmak üzere dünyanın bütün stratejik bölgelerinde (BOP; Büyük Ortadoğu Projesi süreci) yaşattığı kan ve gözyaşından başka bir şey değildir. Başbakan'ın ters yüz ettiği şey bu zulmü başlatanların yine Müslümanlar olduğudur. Suriye'de Esad, daha önce Libya'da Kaddafi, Irak'ta Saddam zulmün tek kaynağı olarak gösterilmektedir. Oysa aklı başında, biraz iman sahibi olan herkes biliyor ki ne Saddam gittikten sonra, ne de Kaddafi gittikten sonra zulüm, haksızlık bitmemiş daha beter bir hal almıştır. Öyle ki şu anda Müslüman Müslümanı, kardeş kardeşi öldürmekte, birbirini kırmaktadır. Yarın, Esad gittiği zaman da aynı kan akmaya devam edecektir ve Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Arap-Kürt, bunlar yoksa aşiret kavgaları artarak devam edecektir. Silahlar yine küresel sermayenin hizmetindeki devletlerde konuşlanan şirketlerden gelecektir, taktikler ABD'deki ve Avrupa'daki siyaset ve ekonomi merkezlerinden gelecektir. Bu arada petrol ve enerji kaynaklarına el konacak halklar yoksulluğa, cehalete terk edilecektir. Müslüman ülkelerde ve diğer geri bıraktırılan ülkelerde demokrasi, insan hakları, adil seçim sistemleri ise-gerekli sanayileşme ve aydınlanma hamleleri tam olarak yapılamadığından -hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir.

Dolayısıyla, bu davada Ortadoğu'daki veya Kuzey Afrika'daki ülkelerin demokrasiyle yönetildiğini ve çok demokrat liderlerin hüküm sürdüğünü ileri sürmek veya falan mezheptendir diye tarafgirlik yapmak söz konusu değildir. Bu davanın temel konusu ağırlıklı olarak Müslüman olan bu coğrafyada emperyalizmin oynadığı oyunların ve onların teşeronlarının yaptıklarını görmek ve gerçekten bölgenin barış ve selamete ulaşmasını sağlamaktır. Bunun kanıtı, başbakan ve AKP çizgisinin ve onların göbekten bağlı olduğu küresel finans sisteminin söz konusu ülkelerden çok daha anti-demokratik olan, çok daha fazla insan hakları ihlali yaşanan Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Uman, Bahreyn gibi ülkelerin mevcut durumunu görmezden gelmesidir. Bu davanın ikinci kanıtı, zalimlikte ve despotlukta hiç kimsenin yarışamayacağı bu ülkelerin, yine Müslüman olan ancak küresel sistemle çok fazla barışık olmayan, biraz da ulusalcı-milli olan bu ülkelerin yıkılması için nasıl canla başla çırpındığının, parasal destek verdiğinin algılanmasıdır.

Şu anda Suriye'de olan kavgada selefi, vahhabi anlayışla yetiştirilen katiller insanları boğazlamakta, kafalarını kesmekte, Müslüman kadınlarına tecavüz etmekte, insanları damlardan aşağıya fırlatmaktadır. Bir ülke, hem de Atatürk Cumhuriyetiyle laik, çağdaş bir ülke olma yolunda adımlar atmış bir Müslüman ülke bunlara nasıl ön ayak olabilir, finansal destek verebilir, onları besler ve adeta gidin o Müslümanları yok edin diyebilir ? Bunu akıl almayabilir, ancak burada şunları sormak gerekir; bunlar da Allah korkusu yok mudur ? Bu nasıl bir Müslümanlık tipi olabilir ? Günümüzde hala Alevilerin malı - canı - ırzı helaldir diye sapık fetvalar verebilir, insanlar bunlara nasıl inanabilir ? Kerbela'da Yezit bellidir, Libya'da, Irak'ta, Afganistan'da da Yezit bellidir. Başbakan hedef saptırmaktadır ve ne yazık ki bu bölgelerde dökülen Müslüman, Mü'min kanına elini bulaştırmaktadır. Diğer taraftan, kendisi ve ekibi de Türkiye'de Hz. Muhammed'i (s.a.v) ve onun soyundan gelen Ehlibeyti, 12 İmamı seven Alevileri ötekileştirmekte, dışlamakta ve devletin her kademesinde ayrımcılık yaparak büyük bir vebal altına girmektedir. Yani, maalesef ülkemizde hükümet sayesinde devlet eliyle mezhepçilik yapılmakta ve buradan siyasi çıkar elde etmek için çeşitli yalanlar ve hileler icat edilmektedir. Dolayısıyla, Başbakan, Dış İşleri Bakanı Davutoğlu ve onlara destek verenler, çıkar uğruna onlara yandaşlık edenler, Başbakan'ın ifadeleriyle suçüstü yakalanmıştır; gerçekte mezhepçiliği, ayrımcılığı, küresel finans oligarşisine hizmetkarlığı kendilerinin yaptığına dair itiraflardır bunlar. Nerede Allah'a hizmet, nerede Hz.Muhammed'e (s.a.v) tabi olmak, onun ümmetine sahip çıkmak ?

"De ki; ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah'ın resulüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün mülkü O'nundur. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Öldüren de, dirilten de O'dur. Bundan dolayı gelin, Allah'a ve resulüne iman edin. Allah'a ve Allah'ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz." (Araf, 158)

Bu kişiler güya sevmedikleri, nefret ettikleri İsrail'i korumak için ülkenin bağrına füze kalkanları kurdurmaktadır. O İsrail ki ne kadar nükleer silahı olduğunu kimse sormamakta veya bilmemektedir. O Irak ki nükleer silah vardır diye işgal edilip, sonra yokmuş denilen ancak her açıdan allak bullak edilen Irak'tır. Bu eksende uygulanan dış politikanın ülkenin güvenliğini tehdit etmesi, şehitlerin sayısının gün be gün gelmesi bile bunları etkilememektedir. Allah böyle bir Müslümanlıktan, böyle siyasallaştırılmış, şekle hapsedilmiş bir Müslümanlıktan razı olmayacaktır. Ve Allah paralar yığan, adaletsizlikle yöneten, zulüm eden, kul hakkı yiyen, yalan söyleyen, hırsızlık yapan kişi ve kuruluşları asla affetmeyecektir. Bugün emperyalizmin ve işbirlikçilerinin neden Cumhuriyetle, Atatürk'le hesaplaştığı anlaşılmaktadır. Netice olarak, Atatürk'ün yapmaya çalıştığı şey halkı teba olmaktan kurtarıp, onları aydın, çağdaş her türlü değeri yaşatabilen, idrak edebilen özgür yurttaşlara dönüştürmekti. Böyle bir ülkede din de, kültür de, insanlık ta layığıyla yaşanacaktı; akıl ve felsefe düşmanı Gazali'den beri süregelen ve bu sayede bilimden, fenden uzaklaşan ve geri kalan, sonra Batıya düşman ancak ona esir olmuş, zavallılıkla, cehaletle ve türlü çirkinliklerle anılan birer ülke olma zilletinden topyekün uzaklaşılmış olacaktı. Toplumun yenileşme, gelişme ve aydınlanması sağlanacaktı.

Huzurun, barışın, kardeşliğin yaşanması ve dünyanın yaşanabilir bir hale gelmesi için önce insanın özgürleşmesi, kişilik sahibi olması, düşünen, üreten, paylaşan bir karaktere sahip olması gerekirdi. Şeytan işte bu kapıdan girdi ve kendisine ortak olarak gericiliği, yobazlığı ve cehaleti seçti, onları parayla, güçle, şehvetle aldatıp kullandı ve bizi bugünlere getirdi. Ve o şeytan şimdi Türkiye'de milli eğitimin içini boşaltarak, taze-genç dimağlara nefreti öğretmek için kolları sıvayan Ömer Dinçer'leri kullanmaktadır ve koca bir neslin zihnine, ruhuna ve özgürlüğüne pranga vurulmaktadır. Ve din yine aldatma aracı olarak kullanılmaktadır ve her türlü yalanın, fitnenin, fesadın üzerinin örtülmesi için paravan yapılmaktadır:

"Ey İnsanlar ! Allah'ın vaadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın" (Fatır: 5)

 
HAVA DURUMU

 
TAKVİM
 
deneme sorusu
evet
Açılımı Üzerine
 
 
Bize Ulaşın >> MUALLİM HÜSEYİN MUALLÂ << Bize Ulaşın