Mekr Halleri ve Alevi Açılımı Üzerine

Cumhuriyet ve Atatürk İlke ve Devrimlerinin anlamı özümsenmeden ve Türkiye'nin mevcut ekonomik-siyasi-sosyal yapısı iyileştirilmeden ortaya atılan açılımların samimiyeti ve başarısı zan altında kalmaya mahkumdur.

   
MEKR HALLERİ VE ALEVİ AÇILIMI ÜZERİNE
 
Mekr kelimesi Arapçada “tuzak, hileyle aldatma; renklendirme; birini hileyle maksadından döndürme” ya da “hile, plan ve tedbir” anlamlarına gelmektedir. Zengin bir içeriğe sahip olan mekr kelimesi Kur’an-ı Kerim’de de farklı ancak birbirine yakın anlamlarla kullanılmaktadır:
"Onlar Allah'ın mekrinden (düzen) güvende midirler ? Hüsranda olandan başkası Allah'ın mekrinden (düzen) emin olmaz" (El- A'raf, 7 / 99).
"İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra, onlara bir rahmet tattırdığımız zaman ayetlerimiz hakkında mekr (yalan, dolan) düzerler. De ki: Allah mekri (düzeni) çabuk olandır. Şüphesiz bizim elçilerimiz sizlerin mekrini (yalan ve dolanını) yazmaktadırlar" (Yunus, 10 / 21).
"Onlar mekr (plan, strateji) kurdular. Allah da bir mekr etti, Allah mekr edenlerin en hayırlısıdır" (Âl-i İmran, 3 / 54).

Burada üzerinde durulması gereken konu mekr kelimesinin Allah'a atfen hile, tuzak şeklinde kullanılamayacağıdır. Zira, Cenab-ı Hak böyle bir sıfattan münezzehtir. Bu durumda, ayetlerin bizlere vermek istediği mesajı şu şekilde özetlemek mümkün olabilir: Allah, düşmanları tarafından müminlere karşı kurulan tuzak ve hileleri boşa çıkarmaktadır.
 
2009 yılı Mayıs ayı içerisinde “Alevi açılımı” adı altında çalıştaylar düzenleneceği ve çeşitli Alevi örgütleriyle birtakım görüşmeler yapılacağı duyurusu kamuoyuna yansıyınca, birçok müminde bu girişimin mekrin hangi haline uygun bir girişim olduğu düşüncesi gelişti. Aslında bu, sıradan bir soru veya düşünceden çok tarihin haklı olarak ortaya çıkardığı bir endişeydi. Çünkü dinler tarihi ve ne yazık ki dinin bir araç olarak kullanıldığı örnekleriyle dolu siyasal mücadeleler arenası, Alevilerin aleyhine o kadar acı ve trajik dersler içeriyordu ki gerçek müminler ister istemez böyle bir vehme kapıldılar. Diğer taraftan, böylesi bir “açılım”ın sağlam ve samimi bir zemin üzerine yerleştirebilmesi için cevaplandırılması zorunlu olan aşağıdaki soruları da sorunca, müminler bu girişimin birçok bakımdan ne kadar da dikkatle izlenmesi ve değerlendirilmesi gerektiği konusunda hemfikir oldular. Buna göre;
 
1) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Diyanet İşleri Başkanlığı” bölümünde yer alan 136. Madde:Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir”, şeklinde bir hüküm içermektedir. Bu madde açık bir şekilde Cumhuriyetin bekası ve lâiklik ilkesinin de güvence altına alınması için bir anlamda dinsel faaliyetleri siyasete aracı kılmamak, gözetim altına almak ve böylece ulusal birlik ve beraberliği sağlamak amacını gütmektedir. Öyleyse, ülkemizde konuyla ilişkili olarak ilk olarak ele alınması ve üzerinde durulması gereken nokta, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın nasıl ve neden kuruluş felsefesinden uzaklaştırılarak sadece tek bir mezhebin ihtiyaçlarına mamur edildiği ve siyasallaştırıldığıdır. Unutulmamalıdır ki Diyanet İşleri Başkanlığı gibi resmi bir kurumun lâik bir devlette olamayacağı tezi bu noktadan beslenmiştir. Dolayısıyla, Alevi örgütlerinin ve inanç sahiplerinin sorunlarına çözüm olmak veya yardımcı olmak adına atılan adımların samimiyeti ve açıklığı, bu konunun göz ardı edilmiş olmasıyla birlikte baştan tartışılır hale gelmektedir. Buna göre ilgililerin, “Alevi açılımı” girişiminde bulunmadan önce bir “Diyanet açılımı” yapması ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuruluş felsefesine döndürerek, Atatürk’ün de üzerinde durduğu üzere dini siyasete alet eden girişimlere set çekmesi, daha makul ve daha olumlu sonuçlar yaratmaz mıydı ?
2) Söz konusu “açılım”ı gündeme getiren hükümet büyük ölçüde, Aleviliğe tarihin hiçbir döneminde hoş bakmayan ve onları din dışılıkla, inançsızlıkla suçlayan Sünni-Hanefi anlayışının koyu bir uzantısı olan Nakşibendilik tarikatiyle ilişkili üyelerden oluşmaktadır ve demokrasi konusunu daha çok bir araç olarak gören ve çok sesliliğe tahammülü olmayan bir cemaat kültüründen gelen örgütsel bir yapıya sahiptir. Bu gerçekler ortadayken Alevi toplumunun ve Alevi örgütlerinin bunları görmezden gelmesi nasıl beklenebilir?  
3) Alevilik ve Aleviler söz konusu olduğunda Türkiye’de gündeme getirilmesi gereken esas sorunlardan bir tanesi, Alevilerin özellikle çalışma ve eğitim hayatında açık bir şekilde çifte standarda tabi tutulması, ayrımcılığa maruz bırakılması ve devletin üst düzey memur ve bürokrat atamalarından olabildiğince men edilmesidir. Alevi ya da sisteme hakim olan Sünni zihniyete göre “öteki” olarak görülen insanların bu sorunları aşması için neden bugüne kadar hiçbir girişimde bulunulmamıştır ?
 
Biz Aleviler bu konularda, Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil eden ve yürütme organı olan tüm hükümetlerden gelecek olan girişimlerin iyi niyetli, ülke- ulus çıkarlarına hizmet eden bir anlayışta olmasını ve hile, tuzak içeren bir mekr haliyle ilişkili olmamasını her zaman umut ederiz. Ancak, çeşitli Alevi- Bektaşi örgütleriyle 2009 Haziran ayı içerisinde yapılan toplantıların sonuç bildirgesinde Alevi- Bektaşiler’in sorunları üzerine somut çözümler elde edilememiş olması; Aleviler’in Sünnileştirilmesi ve asimile edilmesini kendisine misyon olarak edinen bir İlahiyat Fakültesi öğretim üyesinin toplantılarda hazır bulunması ve 2010 yılında yapılan bir toplantıya “Maraş katliamı” sanıklarından birisinin davet edilmesi, yukarıdaki soruların hala sorulmakta olmasının en önemli nedenleridir. Ne tesadüftür ki, son günlerde bazı medya organlarında Alevilerin güya yüksek yargıyı ele geçirdikleri, darbe destekçisi oldukları şeklinde yayınlar yapılması ise Alevilere karşı Muaviye politikasının, yani mekrin hile, yalan ve tuzak kokan halinin uygulanmakta olduğu izlenimini yaratmaktadır.
 
            Hz. Peygamber döneminde İslam’ın özü olarak ifade edilen Alevilik “Kur’an-ı Kerim” ve “Ehlibeyt Sevgisi” temelleri üzerinde şekillendiği halde, günümüzde Aleviliği yeniden tanımlama çabaları samimi olmaktan uzaktır. Cumhuriyet Devrimi’nin, hem İslam dininin özünü hem de halkın manevi değerlerini din istismarcılarından ve yobazlardan korumak adına attığı adımlar, bugün tarikatların güçlendirilmesi ve yönetime tamamen yerleştirilmesi amaçlarıyla tırpanlanmaktadır. Unutulmamalıdır ki insanlar Allah katında birer kul olmakla birlikte, hiçbir zaman iktidar, para ve makam peşinde koşanların kulu, kölesi olmamalıdır; zira sömürülmeleri, kandırılmaları ve haksızlığa, zulme uğramaları kaçınılmazdır. Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri bu anlamda, insanları kul olmaktan kurtarmayı, onu insan onuruna yaraşır bir şekilde vatandaş olarak görmeyi sağlamak istemiştir. Sosyal adalet değerlerini, ahlaki sorumluluk ilkelerini ve çağdaş yaşamın gereklerini ekonomik ve siyasal hayatında yerleştirememiş toplumlarda, demokrasi sadece bir araç olmaktan öteye gidemez. Seçimlerde oy kullanan insanlar iradelerini gerçek anlamda yansıtamazlar ve ortaya çıkan siyaset de halkı değil, sadece kendisini finanse eden grupları veya belirli bir ideolojinin adamlarını besler.  Bu nedenlerle, Alevi açılımı, Türkiye’de giderek daha kötüye giden sosyal-siyasal-ekonomik yapıyla birlikte değerlendirildiğinde şu sonuç ortaya çıkmaktadır; söz konusu yapı düzeltilmeden ve Cumhuriyetin temel değerleri, halkın tüm fertleri yararına özümsenmeden bu ve buna benzer açılımların ne samimiyet bakımından ne de başarı bakımından beklenen sonuçları vermesi mümkün görünmemektedir.
 
HAVA DURUMU

 
TAKVİM
 
deneme sorusu
evet
Açılımı Üzerine
 
 
Bize Ulaşın >> MUALLİM HÜSEYİN MUALLÂ << Bize Ulaşın